Blog'a siz de yazın - You can write in the blog

Bu bloga herkes yazı, hikaye gönderebilir, lütfen muhabir@garajistanbul.org'a e-posta gönderin.
Everybody can send their articles, stories to this blog, please send e-mail to muhabir@garajistanbul.org

21 Nisan 2009 Salı

Avrupa'dan Anadolu'ya, Anadolu'dan Avrupa'ya...

Gösteri sanatlarının rolü ile ilgili düşünüyorum yine, bir gösteriyi üretirken de, sunarken de, sonradan üzerine düşünürken de gösteriye ait bilgileri, üretim aşamasında kullanılan yöntemi, seçilen her türlü malzemeyi...

Bir gösterinin Rotterdam’da, Antwerpen’de, Tallin’de, İstanbul’da, İstanbul Modern’de, Arhavi’de seyirci ile karşılaşma anını düşünüyorum. Popüler kültüre ait ürünlerin dünyanın her yerinde gördüğü ilgi, popüler olan ile olmayan arasındaki çizgiyi gittikçe cazip hale getiriyor. Sanatçının bir iş üretirken seçtikleri, vazgeçtikleri kendiliğinden üretilen işi sınıflandırıyor, konumlandırıyor. Peki popüler olmayan, popüler olan ile ilişkisini araştıran, bu durumu derinlemesine soruşturan sanat eserlerinin niteliklerini belirleyen nedir? Mesleki soruşturmalarıdaki ciddiyet mi? Sahicilik mi? Samimiyet mi? Ne?

Muhabir; başından bu yana benim için yeni bir deneyim. Övül Avkıran’ın projenin ilk gününden bugüne ısrarla ve heyecanla, bilinçli olarak yürüttüğü, yönettiği süreç, benim için de çok yeni. Kişisel olan ile toplumsal olan arasındaki sınır, özel olan ile kamusal olan arasındaki ince çizgi, belge ile kurgu arasındaki nezaket, en önemlisi de bir sanat eserini üretirken oluşturduğu yöntem. Bu yöntem, zaman zaman varolan bilgilerimizi unutmamızı, yeni deneyimlere açık olmamızı, bütün bunları yapamasak dahi anlamaya çalışmamızı öneriyor bize. Anlamak önemli çünkü. Bir oyuncunun en derin noktalarına dokunup, onun canını yakmadan, o noktayı keşfedip onu bir sanat nesnesi haline getirmek, ‘performance art’ için anlaşılır bir yöntem iken, tiyatro için yeni. Çalışma sürecindeki gizem, karşılıklı güven ve saygı, üretilecek olanın ne olduğu konusundaki öznel tavır, yeni bir yönetmen, yeni bir yönetim biçimi algısını güçlendiriyor. Bu nedenle de; ortada bir metin yok iken, bir kurgu yok iken, iki sanatçıyı karşı karşıya getiren an, gerilim yaratıyor. Bu gerilim pozitif bir üretime dönüşüyor. Bu üretim kişileri değiştiriyor. Bu değişim iş üzerinden gerçekleşiyor. Değişimi sadece sanatçı kimliği üzerinden değerlendirmek, eksik olur. Bu değişimi sadece tiyatro sanatı ile açıklamaya çalışmak yetersiz olur. Bu yeni bir şey, kendimizi yeniye bırakmamız gereken bir şey. Şey, burada bir joker. Durup dururken bir atasözü gelir ya insanın aklına, özlü söz. Belki de anasözüdür, bilmiyorum; ‘ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!’ sözü geldi birdenbire aklıma. Tiyatro sanatının geçmişten gelen bütün tanımlarına, geleneğine karşı gibi duran bu söz, bize hayat ile, hayatımız olan tiyatro ile yeniden tanışmamızı zorunlu kılıyor. Bildiklerimiz ‘muhabir’ oyununu açıklamaya, anlatmaya yetmiyor çünkü. Bugüne dek, kendi kurduğumuz tiyatroda, ürettiğimiz işlerden, ‘ashura’ dışında hangi işimizi, dünyanın dört bir yanına taşırken, anadoluda da aynı cesaret ile oynayabiliyorduk? Hem de öteki tiyatroların yaptığı gibi, onların yöntemlerini kullanarak... bu da yeni.

Muhabir, haber veren demek. Övül Avkıran, bize gösteri sanatlarının bugününe ait bilgiler verirken, Memet Ali Alabora’da bize kendi hayatı ile ilgili, hayatı kadar bilgiler veriyor, hayatı kadar bir azaltmayı içermiyor, korkulacak bir şey yok yani, hayatı çok zengin, Hayat çok özel.

Haberci bize haberler getiriyor, dünyanın dört bir yerinden. Ankara’dan, Bunsa’dan, İzmir’den ama önce Arhavi’den. Arhavi’den, Sarp sınır kapısına en yakın noktalardan birinden, bir kasabadan başlıyor turne, önemli. Bir düğün salonunda başlıyor, bir düğün gibi.

Biriktiriyoruz ve hep birlikte anlamaya çalışıyoruz, Övül Avkıran’ın tasarladığı bu gösteri hepimizin hayatını daha ne kadar değiştirecek diye, değişim lafla olmuyor çünkü...

Ankara,

Mustafa Avkıran

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder